Fight Club yani Türkçesi ile Dövüş Kulübü. Kült filmlerden bir tanesi. Hem de ne kült bir bilseniz. Aslında bunu hakediyor da. Hâlâ izlemeyenlerin oluşu ise oldukça üzücü. İzlenmeyi hakettiği ise oldukça aşikâr diye düşünüyorum. Dövüş Kulubü, özellikle "başkaldırış" fikri üzerine hazırlandığını düşündüğüm bir film. Kitabın yazarı ise Chuck Palahniuk. Film, kitap ile aynı adı taşıyarak 1999 yılında David Fincher tarafından çekildi. David Fincher'ı bilenler ne denli önemli bir yönetmen olduğunu da biliyorlardır diye düşünüyorum. Ayrıca böyle bir filmin de David Fincher'ın elinden çıkmış olması, filmi daha iyi hâle getirmiş diye düşünüyorum.

Film 2000 ve 2001 yıllarında en iyi ses efektleri, en iyi soundtrack vb. gibi birçok dalda olmak üzere aday gösterilmiş ve birçok dalda da ödül kazanmıştır. Derin bir film. Fazlası ile de anlamlı. İzlemenizi öneririm. Ancak bundan önce "fikir sahibi" olmanız adına naçizane olarak yazdığım bu yazıyı, "her ne kadar "analiz" olarak nitelendiremeyecek olsam da" okumanızı önerebilirim. Önermekten ileri yapabileceğim bir şey yok. Tercih sizin. İster yazımı okuduktan sonra filmi izleyin, ister tam tersi. Gerçi izledikten sonra okumanıza da gerek kalacağını zannetmiyorum (?)

Ruhsal Bir Boşluktaki Adam: Jack (Edward Norton)

Filmin etrafında döndüğü karakter Jack için "ruhsal bir boşlukta" veyahut "kendini arayan bir adam" şeklinde birçok nitelemenin yapılabileceği düşünüyorum. Zaten kitabı okur iken veyahut filmi izlerken de "kendisini arayan bu adam" için gereken nitelemeyi siz yapabileceksiniz. Jack, ünlü bir otomobil firmasında çalışıyor. Maaşı da iyi. En azından garanti bir maaşı var (!) Ancak yaşamının ekseriyeti bu şekilde, devamlı aynı bir şekilde süregeldiği için bu durum Jack'i psikolojik olarak zorlamaya başlıyor. Bir de bu problemlerinin yanına uyku bozukluğu da eklendiğinde, Jack'in bu sorunların altından tek başına kalkması tam anlamı ile imkânsız bir hâl alıyor. Dolayısı ile bu yüzden de Jack, doktorundan aldığı bir tavsiye ile kanserli hastalarının içerisinde bulunduğu terapi grubuna katılıyor. Ve bu terapi grubunda da Marla Singer (Helena Bohem Carter) adlı bir kadın ile tanışıyor. Marla da aynı Jack gibi bir hayata sahip ve tesasüfe bakın ki Marla'da aynı Jack gibi bu benzer problemlerinden arınmak, kalıcı bir çözüme kavuşturabilmek için bu terapiye katılıyor. Yani birbirleri ile yaşantıları nerede ise aynı olan bu ikili, bir tesadüf eseri kanser hastalarının bulunduğu bir terapi grubunda karşılaşıyor. Bu ikilinin temel problemleri ise genel bir anlamda yaşadıkları hayatın fazlası ile ölü olması. Ölü bir jenerasyon olması diyebilirim daha doğrusu...

Tyler ve Jack'in Tanışması Gerçekleşiyor

Sisteme karşı, asi ve hırslı bir adam olan Tyler Durden ile birtakım psikolojik sorunları olan karakterimiz Jack'in karşılaşması.

Jack işi gereği sürekli gezi yapmak durumunda kalan bir iş adamı. Bunalsın, istemesin vb. farketmiyor onun için. Bu gezileri gerçekleştirmek durumunda. Ancak bu gezilerinden birisi kendisi için bir nevi dönüm noktası oluyor. Çünkü bu gezide; Mevcut sisteme, adaletsizliğe ve bu adaletsizliğin sağlanamayışına oldukça tepkili olan asi tavırlı Tyler Durden (Brad Pitt) ile tanışıyor. Tyler Durden bir sabun satıcısı ve uçaktaki bu tanışma sonrası kartını psikolojik sıkıntılar çeken Jack'e veriyor. İyi ki veriyor, çünkü daha sonra bu kart Jack'in işine oldukça yarayacak.

Bu gezi ve tanışma sonrası Jack, evinin yandığını görüyor ve kendisinin arayacağı herhangi birisi olmadığı için kartını aldığı ve oldukça farklı bir karaktere sahip olan Tyler Durden'e ulaşıyor. Ve nitekim belli bir süre aynı evde yaşamaya başlıyorlar. Ancak Jack nasıl bir dünyaya girdiğinin, kendisini nelerin beklediğinin ise hiç farkında değil. Jack'i neler bekliyor dersiniz?